21 Kasım 2011 Pazartesi

Uzak Kalmak ve Anadolu Kartalları


Kimine göre yeni başlangıçların kimine göreyse bitişlerin durağıdır uzak kalmak... Öyle bir dönem içerisinde bir anda herşeyden kopmak ama bir o kadar da herşeye çok yakın olmak...

Uzunca bir süredir Sinema'dan bir hayli uzak kaldım diyebilirim. Dönüşümü ve kritiklerimi iyi bir film ile yapmak isterdim ama uzun süre sonra Anadolu Kartalları ile dönüş yapmak nasip oldu. Türk filmlerini her ne şartta olursa olsun destekleme eğilimi içerisindeyim ama artık günümüz sinemasında sanattan çok ticari kaygı önem taşıyor gibi duruyor.

Anadolu Kartallarında açıkçası fena bir metin vardı. Senaryo değil,bildiğiniz kaba bir metin.Konu bana kalırsa gayet iyiydi fakat bizden de anca bu kadarı çıkıyor herhalde... Amerikan film esintilerinin verilmeye çalışıldığı ama çöldeki kumu kaldıracak cinsten oluşturduğu rüzgar ile herşeyi ters düz eden bir yapıt. Hava çekimleri ise sanki baştan savma gibiydi. Hiç bir olur tarafına rastlayamadım. İşin sadece supersonic kameralarla olmayacağını kanıtlarcasına kötüydü...

Kısacası beğenmedim,beğenemedim. Ve belkide bunu ilk defa diyorum ama gerçekten beğenemedim. Bütçesi için bir hayli iyi diyorlar. Bu benim için daha çok üzülme sebebi oluyor.

Oyunculuklar konusuna izninizle hiç değinmemeyi düşünüyorum. Üzülerek belirtiyorum ki fiyasko bir yapımdı.Anadolu Kartalları, uzak kaldı...

Daha güzel,izlerken tadının damağımızda kalacağı yeni filmlerde buluşmak üzere..


Osman ULUKAYA

26 Haziran 2011 Pazar

Gelecek ? Seçim ? Özgürlük ? İşaret ? Hadi durma oku..!

Bu seferki yazım her zamankilerden farklılık taşıyor olacak. Bu sefer bier kritik yapmıyorum.
Yazmak istediklerimi yazıyorum. Bu yazıyı bir sıkılganlık veya bir demoralize durumunda yazmıyorum.Gayet iyiyim ve
uzunca bir süre sonra hayattan zevk almaya başlamış bir insan profili çiziyorum.

Fakat tüm bunlara rağmen içinde bulunduğumuz sistemin açıklarına gözümü yumamıyorum.
Aslında hepimiz bir sistemin parçasıyız. Birbirimizden çok farklı değiliz. Bizleri farklı kılansa içinde bulunduğumuz hayatlar ve
yaptığımız seçimlerin getirdiği zorunluluklar...

Her yeni güne yeni bir travma ve boşluk içerisinde günü kurtarmak için çırpınacağımız ve diğer günlerden hiç bir farkının olmadığını bildiğimiz
halde umarsızca yaşamaya devam etmek için başlıyoruz. Peki ya Neden ? Sorusunu hiç soruyor muyuz ? Kendimizle başbaşa kaldığımız her an bu
soruyu öyle öfkeli soruyoruzki belkide bu öfke yüzünden bu soruya vereceğimiz cevaptan korkuyoruz. Daha soru gelirken öfkeye sarılmış bir alev
topu misali üzerimize geliyor ve karşılayamıyoruz,soğutamıyoruz.

Evet,biz kendi yarattığımız durumdan,kendimize sorduğumuz sorunun cevabını vermekten korkuyoruz. Yoksa biz bazı şeyleri kabul mu ettik ?
Hayır mı ?
Kim,kim söyledi bunu ? dememize gerek yok.
Açık açık ve çok net bir şekilde 'evet biz bazı şeyleri kabul ettik.' demeliyiz.

Kaçarımız var mı ?
Çıkmadık candan ümit kesilmez diye boşuna söylemiyorlar. Demek ki hala bir şansımız var ve biz bunu kullanabiliriz.
Ama aramızda hala işaret bekleyenler var. Somut bir şeyler olsun ve harekete geçeyim. İşte sistem dediğimiz olayın bizi kitlediği nokta bu...
Bize hareket alanı sunmuyor. Bu alanı bizim yaratmamızı ve sonuçlarınada bizim katlanmamızı istiyor. Bizi bir işaret beklemek zorunda bırakıyor.
Fakat biz bunu idrak edebiliyor muyuz ?
Hayır mı ?
Yok öyle bir işaret diyorum ben... Ama ya siz ? !

Ya biz ?

Peki diyip yola girenlerle,hayır böylesi iyi diyenler arasındaki farklılık ise insanın ya en tepede yada en dipte yaşamasına olanak sağlıyor.

Ya ben ?

Ben mi ? Benim bir skalam yok. Benim bir dengem yok. Evet ben,ya en tepede olacağım yada en dipte... Her insan gibi benimde hayat yolunda yaptığım seçimler
belirli bir noktaya kadar getirdi beni ve bundan sonrası içinde yine kendi özgür seçimlerime devam edeceğim. Bunların pişmanlığını ve sevincini yaşayacağım. Kim bilir ?

Geleceği bir parça bile bilmek istemeden yaşamak isteyenler ve özgürce seçimlerini
yapanlara selam olsun...


26.06.2011 - 22:33

12 Mayıs 2011 Perşembe

Kaybedenler Kulübü


Gerçek bir hikaye ve bu filmde bundan yola çıkarak hazırlanmış. En başa dönüyorum ve gerçek hikayeyi bilmeden filmi izliyorum. Başlarda ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Giderek artan bir doz,bir düzene aykırılık var ama samimi geliyor ve bir sonraki sahne de ne olacak diye merakla izlemeye devam ediyorum.

Biraz komedimsi bir tad biraz drama yönelik tavırlar derken kavrulup gitmiştim filmin içinde. Popüler kültürü yansıtan belki de hiç bir şey yoktu filmde ama ayrı bir tad vererek izletiyordu kendisini. Diyorum ya bilmiyorum gerçek hikayeyi ve kurgulanmış bir şey izliyorum ve beni içine çekiyor.Bununda en büyük sebebi iyi bir cast,iyi bir teknik kurgu ve üzerinde çok iyi çalışıldığı belli olan iyi bir senaryo...

Bir filmden çıktıktan sonra sorulan Nasıldı ? sorusu aslında hayat boyu karşılaştığımız bir çok sorudan belki en basiti ama yanıtlanabilmesi en zor sorudur. Hele hele Kaybedenler Kulübünü izlemiş ve bittikten sonra Nasıldı ? sorusuyla karşılaşırsanız,vereceğiniz cevap çok komplike bir cevap olabilir. Ya çok iyiydi,süperdi,iyi güldüm dersiniz ya dram vardı ve bu etkileyiciydi yada izledik,gitti ama hiç bir şey anlamadım da diyebilirsiniz. İşte Kaybedenler Kulübü böyle bir film. Tarifi zor ama lezzeti harika olan bir filmdi.

Mizah yönünü daha çok iki başrol oyuncusu üstlenmiş ; Nejat İşler ve Yiğit Özşener. Dram tarafında ise ağırlıklı olarak Nejat İşler ‘i görüyoruz. Aslında burda Yiğit Özşener ‘in durumunu da merak etmiyor değiliz ama yönetmen gözüyle gördüklerimiz burda sınırlanıyor. Mizah için kullanılan çok uç noktalar var karşımıza çıkan ama diyorum ya filmde kaptırmış gidiyoruz ve bu sebeple çok gözümüze batmıyor.

Usta oyunculuklar var. Nejat İşler,Yiğit Özşener ve Ahu Türkpençe... Unutmadan bir de İdil Fırat... Yan rollerde görev alan arkadaşların biraz daha profesyonelce oynaması gerekirdi mi ? desem yoksa ustaların yanında onların oyunu çok mu sırıttı desem ? Bilemedim.
Tüm unsurları göz önünde bulunduruyorum ve olumsuzlukların filmin genel dokusuna zarar vermediğini düşünüyorum. Sonuç olarak da iyi film ve olmuş diyorum.

Senaryolaştırılmış gerçek hikayeye dönersek de 90’ların başında Kent FM ‘de Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk ‘un Kaybedenler Kulubü adlı radyo programı. Bu ikili hayatı kaale almayan,kadın-erkek,sex ilişkilerinden cesurca bahseden ve ani bir frenle ciddi ciddi felsefe yapan bir radyo programı yapıyorlar. Araştırdım ; gerçekten de aman aman bir popülerlik yok ama alt kültüre hitap eden bir program olduğu için neredeyse arka planda herkes tarafından biliniyordu. Burda biraz karmaşaya düştüm ama bu kadar etkili olmalarının nedenini de buna bağladım. Sansüre adeta savaş açan yapıları onları kimi yerlerde kahraman kimi yerlerde ise ... Ve yine kendileri,hiç baskı ve sansür durumu yokken,özgür zihniyetin tavan yaptığı dönemlerde bir anda programı bitirmeleri de onların ne kadar özel olduğunun bir göstergesiydi. Ben filmi bir kenara bırakıp bu gerçek hikayeyi bile okuduğumda etkilendim.

Bu gerçekleri,bu yaşanmış hikayeyi biz sinema severlere,genel dokusunu neredeyse hiç bozmadan bir film haline getirip sunan Tolga Örnek ‘ede teşekkürlerimizi sunmayı bir borç bilirim. Teşekkürler Tolga Örnek ‘e ve bu filmde emeği geçen herkese...

10 Mayıs 2011 Salı

Blog - Time Out and Come Back

Bir süreliğine herşeye ara vermek zorunda kaldım. Bu öyle bir zamana denk geldi ki dijital yayın işi yapan arkadaşların bloglara el attırdığı ve buraların onların sayesinde kapandığı bir dönemdi... Neyseki hata fark edildi,blog yayınlarımız açıldı ve özgürlük duvarımızda paylaşımlarımıza devam edebiliyoruz.
Bu dönem zarfı içerisinde yayınlanan bir çok Türk filmini izleyip,kalemi alıp elime kritiklerini yaptım.
Her ne kadar emeğe saygı desemde gerçekten kritiği yapılmayacak derecede film örnekleri var. Bundan sonra kendi bloğumda sadece üzerinde çalışılmış,gayret gösterilmiş,gişe kaygısını filmle bağdaştırmayacak filmlere yer vereceğim.
Bu sebeple ilk önce Kaybedenler Kulübü ile başlamak güzel olacaktır diye düşünüyorum.

Bu arada hatırlatmam gerekir 3 film var ;

Bunlardan ilki ; Hızlı ve Öfkeli 5,serinin 5. Filmi kaldığı yerden devam ediyor. Hikaye hemen hemen aynı. Bir suçlu/patron ,bir ekip,arabalar,seksi kızlar,çarpışmalar,yarışlar ve mutlu son. Bu hikaye 6 ile devam eder.

İkincisi ise 20 Mayıs 'da vizyona girmesini beklediğimiz Karayip Korsanları ; Gizemli Denizlerde... Jerry Bruckheimer yapımcılık konusunda Karayip Korsanlarına taktı bir kere... Serinin 4. ve en iyi filmi olmaya aday bir yapım bizi bekliyor. Kaptan Jack Sparrow 'a hayat veren Johnny Depp 'i izlemek gerçekten heyecan verici olacaktır.

Üçüncü film de aslında bir seri devamı ; The Hangover Part II... İlkini 2009'da izlediğimiz ve iyi sayılacak derecede bizleri güldüren filmin ikincisini zaten bekliyorduk. Ara biraz uzun oldu diyebiliriz ama ülkemizdeki gibi 6 ay'da bir serinin ikinci filminin çekilmesini beklememiz insafsızlık olurdu.

Sonuçta üç yabancı film ve bence üçününde izlenmesi gerekir. Yabancı filmler için blog üzerinde daha önce kritik yapmayacağımı belirtmiştim. Bu sebeple bu tip filmler hakkında sadece tavsiye durumum söz konusu olacaktır.

Yazmaya , kritiklere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Yeni kritiklerde görüşmek üzere.

18 Şubat 2011 Cuma

İncir Reçeli


Bir hikayemiz var. Tutar mı ? Tutmaz mı ?
Aşk hikayesiyse ve aşkın içinde
dram,duygusallık da varsa ve hele hele bu aşk hikayemiz çeşitli nedenlerle
imkansıza doğru hareket alıyorsa neden olmasın ?
İncir Reçeli , yukarıda bahsettiğim klasik hikayenin üzerine şekil verilmiş haliyle
karşımıza sunulmuş bir film...
Bir aşk hikayesi çekersiniz. Vizyona verirsiniz. Seyirciyi aşka inandırır ve ağlatırsanız kimse
bu film olmamış diye çıkmaz o salondan...

Fakat İncir Reçelinde bir çok aksaklık vardı ve yazmadan geçmek olmazdı.

Bir kere senaryonun genel anlamda,verdiği mesajlar dışında basit olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen Aytaç Ağırlar 'ı ilk uzun metraj filmini çekmesi sebebiyle kutlamak gerekir. Bir çok eksik bulabiliriz fakat daha iyisini yapmak adına her zaman denemek önemlidir. Aytaç Ağırlar büyük bir yükün altına giriyor ve en azından işin içinden çıkabilecek kadar başarıya sahip olduğunu gösteriyor.

Yer ve mekan kullanımında ciddi sıkıntılar gözümüze çarpıyor. Film,çoğunlukla bar ile ev arasında geçmiş görünüyor. Buna rağmen bir dış mekanda sahile yatmış olan kırık dökük,eski bir teknenin içinde çekilen bir sahne var ki muazzam güzeldi.O sahnenin o kadar güzel çekildiğini görünce dış mekanların çok az kullanılmasına anlam veremedim.

Oyuncu seçimi ve oyuncuların hikayeye katkısı konusunda da eleştirebileceğimiz fazlaca nokta var.
Sezai Paracıkoğlu'nun Metin karakteri için biçilmiş kaftan olduğunu iddia edemem ama bir hayli emek verdiğini görmemek imkansız olmalı...
Büyük bir çaba göstererek oynamış olması sebebiyle ona ayrı bir alkış yollamamız gerekir.

Melike Güner 'in oyunculuğunu tartışmanın yersiz olduğunu düşünüyorum. Fakat burda da karşımıza tanımsal bir boşluk çıkıyor. Duygu karakteri süper bir enerjiye sahip,deli dolu biri olarak karşımıza çıkıyor. Ve film boyunca Melike Güner'i bir türlü kafamda bu role oturtamadım. Duygu Karakterine inanamadım. Belki de filmin ikinci yarısında o deli dolu kız imajından kurtulmuş ve olay biraz daha dram ve duygusallık ağırlıklı ilerlediği için rolü sahiplenmiş gibi görünüyordu. Melike Güner 'in Duygu karakteri için kesinlikle yanlış seçim olduğunu kabul etmeliyiz.

Ve esas adamımızın yanında ortama hava katmak adına ve iyi kanka edasında karşımıza çıkan Sinan Çalışkanoğlu...Bir kere hikayenin neredeyse hiç içinde değil... Oyunculuk anlamında daha önce neler yapabileceğini hem selena'da hemde Türk malında göstermiş birisi.
Fakat burda sanki sokaktan çağırmışlar ve gel abi iki rol var. Şunu şunu söyle ve git demişler. O derece olaya fransız kalmış.

Barbara Lauren... Hikayeye göre iki sene önce bir haftalığına İstanbul'a gezmek için geliyor. Fakat Metin'e aşık olduğu için İstanbul'da kalmaya devam ediyor. Kahramanlarımızın bar'ında da güzel parçalar seslendiriyor. Tıpkı Sinan Çalışkanoğlu gibi Barbara Lauren'inde
hikayeye çok bir artısı yok. Tamam esas adama aşık fakat orda stop... Çünkü artı bir değer yok.

Selim Akgül 'ün canlandırdığı arsız kapıcı tiplemesi ise işin gerçeği filmi çok da fazla kurtarmıyor.

Senaryo'nun belirli bir sınırı olduğunu düşünüyorum. Çünkü en azından çerçeveyi kırıp kafamızı biraz dışarıya uzatmamıza izin verilmeliydi...

İncir Reçeli'nin klasik,bildiğimiz bir aşk hikayesi senaryosuna sahip olması ve duygusallık olarak çok da fazla yaş olarak üst kesime hitap etmemesi bir yana konu içerisinde
geçen hiv+ virüsü ve bir insanın yaşamının nasıl karardığı meselesinin iyi irdelenmesi gerekiyor. Bu, bir film konusu olmasının yanı sıra toplumsal olarak çare bulamadığımız ve belki de çare bulmak adına hiç bir olumlu adım atmadığımız bir mesele...
Toplumsal farkındalık yaratmak için bu tip projelerde bu yönde konulara yer verilmesini çok olumlu buluyorum. İnsanlık adına bazı şeylerin bu derece umursanmayacak kadar ucuz olması kabul edilebilir değildir. Asıl ucuz olan '5 kuruş harcamadan savurulan yargılardır.'
Umarım insanlık adına bir şeylerin gelişebilmesi için somut adımlar atılabilir.

Bu film için iki saatinizi ayırabilirsiniz ve bu iki saat içinde ağlayabilirsiniz. Belki kahkalar atıp gülemezsiniz ama bol bol gülümseyebilirsiniz. Kendi değer yargılarınızı,
düşüncelerinizi gözden geçirebilirsiniz. Sinema sanatını bir yana koyup bütün bunlar için bile olsa bu filme iki saatinizi ayırabilirsiniz.

Etkilendim...
Film etkiledi...


Böyle bir yapımda emeği geçen herkesi tek tek kutlar ve başarılarının devamını dilerim.

Bu arada, İncir Reçelini ben de severim.

Osman ULUKAYA
18.02.2011

6 Şubat 2011 Pazar

Aşk Tesadüfleri Sever | Mehmet Günsür - Eylül Akşamı

Aşk Tesadüfleri Sever



Aşk tesadüfleri sever. Olamaz mı ? Olabilir.

Bazen hayatınızda değişiklik yapmak için hep bir işaret ararsınız,bir ışık beklersiniz.Uğruna bir çok şeyi tekrar tekrar gözden geçirecek bir işaret... Aşk Tesadüfleri Sever,benim hayatımda bir çok şeyi değiştireceğine inandığım bir film oldu. Salondan çıkarken sanki kendime güvenim yeniden geldi ve 'Evet. Benim işim bu.' dedim. Bu derece etkileyen neydi ? Mehmet Günsür 'ün inanılmaz performansıydı. Filmden öncede kendisinin performansını çok merak ediyordum. Mehmet Günsür 'ün inanılmaz oyunu , partnerini taşıması,sahneleri yükseltmesi çok başarılıydı. Bir jön olarak yapılması gereken herşeyi yapmıştı.Mehmet Günsür 'ü ilk olarak gördüğüm,tanıdığım ve bende hayranlık bıraktığı film Ferzan Özpetek 'in 97 yapımı Hamam filmi olmuştu. Ben o zaman 11 yaşında ve orta okula yeni başlamıştım. Sinemaya izleyici olarak hep bir ilgim vardı. Beğendiğim oyuncuların ismini cismini öğrenir ve küçük bir defterim vardı,ona yazardım. Mehmet Günsür,benim o gün defterime yazdığım bir isimdi. Sonrasında hep onu gördüğümde 'işte bu o çocuk' derdim. 2003 - O Şimdi Asker 'de oynadığı Nihat karakteri ise başlı başına bir karakter oyunculuğu örneğiydi. Çok başarılıydı. O zamanlar,sene 2004-05 ,Beyaz Gelincik ve Bir İstanbul Masalı diye iki tane dizi vardı. Benim oyunculuk sevdam bu iki dizide olan iki isim sayesinde ortaya çıktı. Birinde Ozan Güven diğerinde ise Mehmet Günsür'dü... Aslında ben cocukluğumdan beri Mehmet Günsür 'ü farkında olmadan hep takipte olmuşum. Bugün izlediğim filmde belki de oyunculuğundan bu kadar etkilenmemin nedeni benim çocukluğumda iz bırakmış olmasından kaynaklanıyor.
Film kritiğini biraz aştım gibi bir durum var. Ama Mehmet Günsür'ün oyunculuğu için bu kadar yazı bile az kalır.
Film , çocuklukları ve gençlik yılları Ankara 'da geçmiş ama bir türlü denk gelememiş,İstanbul 'da tesadüfen karşılaşan Özgür(Mehmet Günsür) ve Deniz 'in (Belçim Bilgin) ortada bulunan engellere rağmen aşk macerasına atılmalarını konu alıyor. Genelde filme bir aşk hikayesi gözüyle değilde bir dram gözüyle bakmak bu filmi anlamak için daha etkili oluyor diyebilirim. Konu belki de defalarca işlenmiş gibi göze çarpabilir ama geri dönüşlerle birlikte daha çok zenginleşen bir film izledik.
Yönetmenlik anlamında Ömer Faruk Sorak 'ın gerçekten kaliteli bir iş ortaya çıkardığını söylemek mümkün. Sahneler arası geçişler,geçmişe dönüşler,müzikler ve konuların birbirine bağlanışı gerçekten çok etkileyiciydi. Filmin başında Altan Erkekli'nin kullandığı aracın hastane önünde olan bir diğer araca çarpması ve erken doğumun meydana gelmesi... Bu ilk başta izleyici üzerinde hoş bir etki bırakıyor ama sonraki sahnelerde o kazanın da bir tesadüften ibaret olduğu ve aslında o kaza olmasa Deniz'in hiç hayata gelememe ihtimalinin olduğunu öğreniyoruz. Müzikler demişken de Ozan Çolakoğlu'nun hakkını teslim etmek gerekir. Çok başarılı seçimlerdi...

Cast konusunda Gökçe Doruk Erten 'i kutlamak gerekiyor. Mehmet Günsür ve Belçim Bilgin 'in yanı sıra Altan Erkekli , Ayda Aksel , Şebnem Sönmez , Hüseyin Avni Danyal , Yiğit Özşener...
Belçim Bilgin 'in o tatlılığı ve sıcaklığı apayrı durmuş.Çok akıcı olmasa da iyi bir performans sergilemiş.
Altan Erkekli ve Şebnem Sönmez gibi iki usta isim ise filmi taşıyanlardan... Ayda Aksel'i gösterdiği performans için ayrıca tebrik etmek gerekir. Belki tüm dikkatin üzerinde olmadığı ama oyunculuk anlamında çok önemli olan bir karakteri canlandırdı.
Yiğit Özşener ise her zaman daha iyisini yapmaya çalışıyor görüntüsünü hiç bozmadı ve başarılıydı.
Ve Mehmet Günsür... Yazımın başında da belirttiğim gibi çok etkiliyici bir performans sergiledi. Ben oyunculuğu seviyorum ve bir oyuncu adayıyım. Bu film öyle bir zaman da geldi ki belki de benim için herşeyin bitmeye başladığı bir andı. Fakat Mehmet Günsür 'ün oyunculuğu,ona twitter üzerinden de yazdığım gibi;içimde sönmekte olan oyunculuk ateşini yeniden alevlendirdi... Ayrıca sesi de fena değilmiş.

O yüzden başta Mehmet Günsür olmak üzere yönetmen Ömer Faruk Sorak'a,Belçim Bilgin'e, Altan Erkekli'ye,tüm oyunculara ve bu filmde ufacık bile olsa katkısı bulunan herkese teşekkürü bir borç bilirim.

Kısacası, insan bu filmde kendinden hiçbir şey bulamasa bile sırf tesadüflere,tesadüflerin mucizesine inanan herkesin bu filmi izlemesi gerekir diye düşünüyorum.
Ve yazımı filmin sloganı ile kapatıyorum ; "Bazen ilk görüşte bilirsin,o insan senin kaderindir. Bazen bir ömür ararsın BULUNMAZ."


Osman ULUKAYA
6.2.11-

29 Ocak 2011 Cumartesi

Kurtlar Vadisi : Filistin



Kurtlar Vadisi : Filistin

Herşeyden önce şunu söyleyerek başlamalıyım ki ; Polat Alemdar bu ülke için artık bir süper halk kahramanıdır.
Bu kadar kabul edilmesi,benimsenmesi ve sevilmesinden de bu rahatlıkla anlaşılabiliyor.

Kurtlar Vadisi Filistin , tıpkı Irak filminde olduğu gibi gerçek bir konu üzerine hikaye ediliyor ve ordan yola çıkılarak kahramanlarımızın maceralarını konu alıyor.
Bu seferki yola çıkış noktamız ise Mavi Marmara...

Ben yorumlarımda konuyu anlatmayı sevmiyorum. Genel olarak mantığı,tekniği ve cast'ı yorumluyorum.

Mantık olarak bu filmde de bir çok hata karşımıza çıkıyor. En başta gerçek bir olay ile işe başlayıp filmin akışında gerçek konudan
bağımsız kalıyormuşçasına hareket etmek biraz düşündürücü olabiliyor.
Filmde bir sahne var ki gerçekten güzel düşünülmüş ama eksiği var. Polat ve adamları Filistin'de bulunan israil teknolojik üssüne giriş
yapıyor ve sağı solu kırıp döküp hatta rack server kabinini bile yok edip tek makine bile ayakta kalmayacak şekilde ortamdan ayrılıyorlar.
Daha sonra ise israil bilmem nelerinden sorumlu olan moşe karakteri üsse geliyor ve harabede bir makine açık bulup ordan kamera kayıtlarına ulaşıyor.
Rack server kabini bile parçalanmış ortamda nasıl bağlantı kuruldu ? Al sana Hollywood işte ! Yıllarca bu tip mantık hatalarını bulduk durduk ama
adamlar aldı yürüdü. Bizimkiler niye yapmasın ? Al işte , yaptılar ve oldu.

Teknik olarak bu filme tek kelime olumsuz yorum yazmam gerçekten bu işte emeği geçenlere büyük haksızlık etmiş olmam anlamına gelir.Irak'ta başlayan dve
Filistin ile daha ileri boyutta gözümüze çarpan çatışma sahneler,patlamalar gerçekten harikaydı. Kurtlar Vadisi bu konuda Türkiye 'de
rakipsiz diyebilirim.

Cast konusunda ele alacağımız aslında iki kişi var diyebiliriz. Erdal Beşikçioğlu ve Nur Aysan. Her iki seçiminde doğru olduğunu düşünüyorum.
Necati Şaşmaz bildiğimiz gibi,Kenan Çoban 'ı ise bu filmde daha atletik olarak gördüğümüzü söylemek mümkün. Ve Gürkan Uygun... Memati karakteri gerçekten
onunla hayat buluyor. Yazılan karaktere bürünmüş ve onu yeniden yaratmış desek çok da fazla abartmamış oluruz.
Gürkan Uygun ,Memati karakteri ile tam bir karakter oyunculuğu sergiliyor ki bu işte de çok başarılı olduğunu ortaya koyuyor.

Bu ülke de iyi işler her zaman olacaktır. Tabiki eksiklikler olacaktır.Amaç da bu eksiklikleri farkedenlerin yıkma adına değil daha
yapıcı bir şekilde yeniden inşa etmek için fikirlerini paylaşmaları olmalıdır. Kişisel takıntılardan uzak bir şekilde bazı şeyleri
eleştirmek gerekir. Eleştiri dediğimiz şey yapıcı olmalı ve bir amaç içermelidir. Bunlar dışında ise söylenecek her söze boş laf gözüyle bakmamız daha uygun olacaktır.

Bu başarılı yapımda emeği geçen herkesi tebrik eder ve başarılarının devamını dilerim.

Eyyvah Eyvah 2


Bir filmin devamı niteliğinde ikinci bir filmi çekmek her zaman zor bir iş olmuştur. Açıkçası serinin ikinci filmine giderken de,bu kadar kısa bir zamanda ve çok iyi bir yapım olan birinci filmin devamı niteliği taşıyan Eyvah Eyyvah 2 'yi çıkartmaları beni biraz olsun korkutuyordu. Korkutuyordu çünkü işin kaliteden uzak ticari boyutun önem kazanacağını ve ilk filmdeki emeklerede yazık olacağını düşünüyordum.

Ve yanıldım.
Serinin ikinci filmi de tıpkı ilki gibi gayet keyifli,heyecanlı ve gülme eyleminin sonuna kadar hakkını vereceği bir film olmuştu. Beğenmiştim ve filmden çıkarken de bir üçüncü film neden olmasın ? diye de düşünmedim değil.

Bu filmde konu biraz daha Özge Borak 'ın üzerine yüklenmiş ve kendisi de bunun altından çok iyi bir şekilde kalkıyor. Firuzan karakteri itici sevimliliği ile yine ön planda ama Demet Akbağ gerçekten bu konuda artık Türkiye 'de aşmış durumdadır. Hocamıza burda sevgilerimizi ve saygılarımızı yollamayı bir borç bilirim.
Ve Ata Demirer... Aslında onun için pek fazla laf etmemize gerek yok. Doğal ve gerçekten üzerinde çok iyi oynayabildiği bir yeteneğe sahip. Bir çok kişinin her anlamda idolü olmak isteyeceği bir sanatçıdır.
Ve diğer usta oyuncular. Her biri ayrı bir yetenek. Onlarsız böyle bir film düşünemiyorum.

Filmin müziklerine ise ayrıca değinmek lazım diye düşünüyorum. Her haliyle oynatabilecek süper müzikler. Seçimler,düzenlemeler gerçekten harikaydı.

Çok kaliteli bir yapımdı. Dediğim gibi serinin 3. filmi mi ? Neden olmasın ?