12 Mayıs 2011 Perşembe
Kaybedenler Kulübü
Gerçek bir hikaye ve bu filmde bundan yola çıkarak hazırlanmış. En başa dönüyorum ve gerçek hikayeyi bilmeden filmi izliyorum. Başlarda ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Giderek artan bir doz,bir düzene aykırılık var ama samimi geliyor ve bir sonraki sahne de ne olacak diye merakla izlemeye devam ediyorum.
Biraz komedimsi bir tad biraz drama yönelik tavırlar derken kavrulup gitmiştim filmin içinde. Popüler kültürü yansıtan belki de hiç bir şey yoktu filmde ama ayrı bir tad vererek izletiyordu kendisini. Diyorum ya bilmiyorum gerçek hikayeyi ve kurgulanmış bir şey izliyorum ve beni içine çekiyor.Bununda en büyük sebebi iyi bir cast,iyi bir teknik kurgu ve üzerinde çok iyi çalışıldığı belli olan iyi bir senaryo...
Bir filmden çıktıktan sonra sorulan Nasıldı ? sorusu aslında hayat boyu karşılaştığımız bir çok sorudan belki en basiti ama yanıtlanabilmesi en zor sorudur. Hele hele Kaybedenler Kulübünü izlemiş ve bittikten sonra Nasıldı ? sorusuyla karşılaşırsanız,vereceğiniz cevap çok komplike bir cevap olabilir. Ya çok iyiydi,süperdi,iyi güldüm dersiniz ya dram vardı ve bu etkileyiciydi yada izledik,gitti ama hiç bir şey anlamadım da diyebilirsiniz. İşte Kaybedenler Kulübü böyle bir film. Tarifi zor ama lezzeti harika olan bir filmdi.
Mizah yönünü daha çok iki başrol oyuncusu üstlenmiş ; Nejat İşler ve Yiğit Özşener. Dram tarafında ise ağırlıklı olarak Nejat İşler ‘i görüyoruz. Aslında burda Yiğit Özşener ‘in durumunu da merak etmiyor değiliz ama yönetmen gözüyle gördüklerimiz burda sınırlanıyor. Mizah için kullanılan çok uç noktalar var karşımıza çıkan ama diyorum ya filmde kaptırmış gidiyoruz ve bu sebeple çok gözümüze batmıyor.
Usta oyunculuklar var. Nejat İşler,Yiğit Özşener ve Ahu Türkpençe... Unutmadan bir de İdil Fırat... Yan rollerde görev alan arkadaşların biraz daha profesyonelce oynaması gerekirdi mi ? desem yoksa ustaların yanında onların oyunu çok mu sırıttı desem ? Bilemedim.
Tüm unsurları göz önünde bulunduruyorum ve olumsuzlukların filmin genel dokusuna zarar vermediğini düşünüyorum. Sonuç olarak da iyi film ve olmuş diyorum.
Senaryolaştırılmış gerçek hikayeye dönersek de 90’ların başında Kent FM ‘de Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk ‘un Kaybedenler Kulubü adlı radyo programı. Bu ikili hayatı kaale almayan,kadın-erkek,sex ilişkilerinden cesurca bahseden ve ani bir frenle ciddi ciddi felsefe yapan bir radyo programı yapıyorlar. Araştırdım ; gerçekten de aman aman bir popülerlik yok ama alt kültüre hitap eden bir program olduğu için neredeyse arka planda herkes tarafından biliniyordu. Burda biraz karmaşaya düştüm ama bu kadar etkili olmalarının nedenini de buna bağladım. Sansüre adeta savaş açan yapıları onları kimi yerlerde kahraman kimi yerlerde ise ... Ve yine kendileri,hiç baskı ve sansür durumu yokken,özgür zihniyetin tavan yaptığı dönemlerde bir anda programı bitirmeleri de onların ne kadar özel olduğunun bir göstergesiydi. Ben filmi bir kenara bırakıp bu gerçek hikayeyi bile okuduğumda etkilendim.
Bu gerçekleri,bu yaşanmış hikayeyi biz sinema severlere,genel dokusunu neredeyse hiç bozmadan bir film haline getirip sunan Tolga Örnek ‘ede teşekkürlerimizi sunmayı bir borç bilirim. Teşekkürler Tolga Örnek ‘e ve bu filmde emeği geçen herkese...
10 Mayıs 2011 Salı
Blog - Time Out and Come Back
Bir süreliğine herşeye ara vermek zorunda kaldım. Bu öyle bir zamana denk geldi ki dijital yayın işi yapan arkadaşların bloglara el attırdığı ve buraların onların sayesinde kapandığı bir dönemdi... Neyseki hata fark edildi,blog yayınlarımız açıldı ve özgürlük duvarımızda paylaşımlarımıza devam edebiliyoruz.
Bu dönem zarfı içerisinde yayınlanan bir çok Türk filmini izleyip,kalemi alıp elime kritiklerini yaptım.
Her ne kadar emeğe saygı desemde gerçekten kritiği yapılmayacak derecede film örnekleri var. Bundan sonra kendi bloğumda sadece üzerinde çalışılmış,gayret gösterilmiş,gişe kaygısını filmle bağdaştırmayacak filmlere yer vereceğim.
Bu sebeple ilk önce Kaybedenler Kulübü ile başlamak güzel olacaktır diye düşünüyorum.
Bu arada hatırlatmam gerekir 3 film var ;
Bunlardan ilki ; Hızlı ve Öfkeli 5,serinin 5. Filmi kaldığı yerden devam ediyor. Hikaye hemen hemen aynı. Bir suçlu/patron ,bir ekip,arabalar,seksi kızlar,çarpışmalar,yarışlar ve mutlu son. Bu hikaye 6 ile devam eder.
İkincisi ise 20 Mayıs 'da vizyona girmesini beklediğimiz Karayip Korsanları ; Gizemli Denizlerde... Jerry Bruckheimer yapımcılık konusunda Karayip Korsanlarına taktı bir kere... Serinin 4. ve en iyi filmi olmaya aday bir yapım bizi bekliyor. Kaptan Jack Sparrow 'a hayat veren Johnny Depp 'i izlemek gerçekten heyecan verici olacaktır.
Üçüncü film de aslında bir seri devamı ; The Hangover Part II... İlkini 2009'da izlediğimiz ve iyi sayılacak derecede bizleri güldüren filmin ikincisini zaten bekliyorduk. Ara biraz uzun oldu diyebiliriz ama ülkemizdeki gibi 6 ay'da bir serinin ikinci filminin çekilmesini beklememiz insafsızlık olurdu.
Sonuçta üç yabancı film ve bence üçününde izlenmesi gerekir. Yabancı filmler için blog üzerinde daha önce kritik yapmayacağımı belirtmiştim. Bu sebeple bu tip filmler hakkında sadece tavsiye durumum söz konusu olacaktır.
Yazmaya , kritiklere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Yeni kritiklerde görüşmek üzere.
Bu dönem zarfı içerisinde yayınlanan bir çok Türk filmini izleyip,kalemi alıp elime kritiklerini yaptım.
Her ne kadar emeğe saygı desemde gerçekten kritiği yapılmayacak derecede film örnekleri var. Bundan sonra kendi bloğumda sadece üzerinde çalışılmış,gayret gösterilmiş,gişe kaygısını filmle bağdaştırmayacak filmlere yer vereceğim.
Bu sebeple ilk önce Kaybedenler Kulübü ile başlamak güzel olacaktır diye düşünüyorum.
Bu arada hatırlatmam gerekir 3 film var ;
Bunlardan ilki ; Hızlı ve Öfkeli 5,serinin 5. Filmi kaldığı yerden devam ediyor. Hikaye hemen hemen aynı. Bir suçlu/patron ,bir ekip,arabalar,seksi kızlar,çarpışmalar,yarışlar ve mutlu son. Bu hikaye 6 ile devam eder.
İkincisi ise 20 Mayıs 'da vizyona girmesini beklediğimiz Karayip Korsanları ; Gizemli Denizlerde... Jerry Bruckheimer yapımcılık konusunda Karayip Korsanlarına taktı bir kere... Serinin 4. ve en iyi filmi olmaya aday bir yapım bizi bekliyor. Kaptan Jack Sparrow 'a hayat veren Johnny Depp 'i izlemek gerçekten heyecan verici olacaktır.
Üçüncü film de aslında bir seri devamı ; The Hangover Part II... İlkini 2009'da izlediğimiz ve iyi sayılacak derecede bizleri güldüren filmin ikincisini zaten bekliyorduk. Ara biraz uzun oldu diyebiliriz ama ülkemizdeki gibi 6 ay'da bir serinin ikinci filminin çekilmesini beklememiz insafsızlık olurdu.
Sonuçta üç yabancı film ve bence üçününde izlenmesi gerekir. Yabancı filmler için blog üzerinde daha önce kritik yapmayacağımı belirtmiştim. Bu sebeple bu tip filmler hakkında sadece tavsiye durumum söz konusu olacaktır.
Yazmaya , kritiklere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Yeni kritiklerde görüşmek üzere.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)